Nasıl da organize oluveriyorlar; tek merkezden şişirilmiş uçan balonlar gibi.
İnsanoğlu fikir sahibi olduğunca erdemli, erdemince de ağır değil midir?. Ve ağırlığınca doldurmaz mı bulunduğu, makamı, oturduğu koltuğu, yaptığı işi. Boş değilse yüreği ve de beyni, uçuvermemeli değil mi, bir uçtan öte uca, üfürükle gelen rüzgarla?. Yönünü kendi erdemi, yolunu kendi aklı çizmeli değil mi, adam olanın? Talimat, tasması değil midir adam olamayanın!?.
Oysa, Fikir, özgün, ve ilkeli olsun istiyoruz. Esen rüzgara göre bataklık ılgını misali, üfürüğün rüzgarı yönlendirmesin kişinin eğileceği yönü…
*
Daha düne kadar Atatürk’ün A’sindan rahatsızlık duyanlar, “iki ayyaş” sözünün karşısında histeri krizleri ile alkış tutanlar bu gün “yılmaz – yanılmaz” Atatürkçü kesilince ister istemez irkildik!. Şaşırdık, daha da ötesi onlar kadar Atatürkçü olamamaktan adeta utandık…
Yine de şunu açık yüreklilikle belirtelim ki; onlar samimi olarak Ataürkçü kalsınlar da, zararı yok, bizler onlar kadar Atatürkçü olamamanın ezikliğini duyalım!… İşte o zaman, bu ülkede “yurtta barışın da, dünyada barışın da kıymetini biliriz… Önüne gelene “eyyy!” naraları ile dünyaya meydan okumayız… İşte o zaman milli değerlerimizi üçparaya satıp, ona buna peşkeş çekmeyiz, işte o zaman “beraber ıslandık” naraları ile birilerine her makamı ikram edip arkasından da “aldatıldık” itirafları ile pişmanlıkların arkasına sığınıp halktan da Allahtan da af ve mağfiret dilemeyiz… İşte o zaman, ülkeyi irticaya teslim edip de arkasından yas törenleri düzenlemeyiz.. işte o zaman şeyhler, müritler dervişler ülkesi olmaktan bu ülkeyi hep birlikte kurtarırız… İşte o zaman oldukça gecikmiş de olsak, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma umutlarımızı içimizde taşırırız!…
İşte o zaman, ülke yönetimini tek kişinin “iradesine” teslim etme sevdalarından vaz geçer, hukuku “herkes için” var kılar, kendi demokrasimizi değil, toplumsal ve eşitlikçi demokrasimizi kurar, KHK’ları arkasına sığınmaz, Türkiye Büyük Millet Meclisini Milli iradeye hakim kılarız!…
*
Ey bugünün Atatürkçü kesili vereneleri… Kurtuluş Savaşı’nı keşke Yunan kazansaydı!” diyecek kadar alçalan insan müsveddelerini saraylarda muteber misafir kabul edenler!…
Dününüz bu güne güven vermiyor. En çok da emir ve talimatla demokrat, esen rüzgarla Atatürkçü, kurgulanan projeyle bir başka bişeyci oluvermeniz, yerleşmiş bir kişilik izlenimi vermeyince de samimiyetiniz hakkında, haklı olarak kuşkuya düşüyoruz,
Bay Metiner örneğin…, Hani o herkesin ne olduğunu bildiği Metiner. Diyor ki;
“Kalpakla sorunumuz yok, istediğimiz zaman giyeriz.” İşte bizim de kuşkumuz bu. Bu sözün devamı “istediğimiz zaman da çıkarırız!” demek değil midir? İşlerine gelince her herzenin yenecek olması kuşkumuzu haklı çıkarmaz mı?… Oysa Atatürkçü isen bugün yarınından farklı olmayacak!… Erdemin ortaya koyması gereken adamlık “işine geldiğinde kalpak giymek” (işine geldiğinde de çıkarmak) değildir. Siyasetin kirine bulaştırılan Atatürk, onu alçaltmaz ama, kullananı tarihin önünde yok kılar.
Biz sizin “Atatürkçü” olmanızdan değil, riyakarlığınızdan korkuyor ve kuşku duyuyoruz.
“Atatürk’ü babam gibi severim” sözü niye rahatsız etsin ki bizi… Zira bu bizim talebimiz. Ne var ki, baba sevgisini aşan FETO övgüsü hala kulaklarımızda çınlarken, gelin de inanın – güvenin bugünün Rasim Ozan’ın samimiyetine…
Ah keşke iki örnekle de sınırlı olsalar… Köşelerin %90’ı, ekranların %98’i türün, üfürükle fırıldayan örnekleriyle dolu.
*
Atatürkçülüğü CHP’ye bırakmayacakmış AKP genel başkanı Erdoğan… Ne hoş!… Ne güzel!. Dilerim gelmişizdir bu noktaya.
Erdoğan’ın Ataürkçü olması beni rahatsız ediyorsa taş etsin beni Allah!… Ama kendim için istediğim bu bedduayı, Atatürk’ü “işine geldiği gibi kullanıp atmayı kurgulayan riyakarları da taş etsin!…”
Bunu isteme hakkım yok mu?
14 Kasım 2017