Dönem hızla değişiyor, kültürel değişim tüm toplumu etkiliyor. “Gemisini kurtaran kaptandır, her koyun kendi bacağından asılır ‘’ anlayışı vardı. Şimdi her geçen gün artan ekonomik kriz ve toplum psikolojisinin bozulması neticesinde yerini yeni anlayışlara bıraktı. Para için her yol mubahtır anlayışı topluma iyice aşılandı. Ticari ahlak seviyesinin en önemli göstergesi ödenmeyen çek sayısındaki artışlar. Medeni ülkelerde vadeli işlemler için senet kullanıldığını çekin günlük ödeme aracı olduğunu hiç yazmayalım. Kayıt dışı ekonomiye göz yumduk. Kayıt dışılık o denli büyüdü, senetten sonra çeki de yok etti. Piyasalarda güven kayboldu. Yakında her türlü alışverişte nakit paraya döneceğiz.
Seksen öncesinde piyasalarda söz senet olur, ticaret erbabı teminat aramadan ‘’Açık hesap ‘’ çalışırlardı. Medeni ülkelerde kredi kartına taksit yapılmaz limitin kadar alışveriş yaparsınız. Kredi kartına taksit yapmazlar.
Ekonomimiz maşallah iyi gidiyor BİR satıp, İKİ alıyoruz. 2002 den bu yana otomobil fabrikası, demir çelik tesisi, rafineri, petrokimya tesisi gibi ekonomiyi harekete geçirecek binlerce insanı çalıştıracak tesisler açılmadı. Var olanlar ya kapatıldı, ya satıldı, ya da küçültüldü. Şimdi açılacak AVM’lerin yaratacağı istihdamla öğünüyoruz. Oysa açılan her AVM dış ticaret açığımızı daha da arttırıyor. Bütün mağazalar yabancı firmaların mallarını satıyorlar. İşsizliği kamu bankalarına zoraki açtırılan şubelere istihdamla önlemeye çalışıyoruz, tabi ki bu politika tutmuyor.
Ekonomiyi canlandırsın denilen inşaat sektörünün dev firmaları geride on binlerce canı yanmış bırakarak, iflas etmeye başladılar. ABD ve İspanya’yı ekonomik krize sokanın inşaat sektörü olduğunu unutmayalım. Yıllardır üretenler kaybediyor, ithalatçılar kazanıyor. Bu durum daha ne kadar sürer bilemiyorum. Gelir dağılımındaki adaletsizliği basınımız dile getirmeyi unutuyorlar ama IMF, Dünya Bankası ve OECD raporlarında bunlar açıkça yazıyor. Biz okumasak da kredi kuruluşları ve dış yatırımcılar bu raporları okuyor ve ona göre yatırımlara karar veriyorlar. Acı ama durumumuz bu. Ekonomimiz çok kırılgan.
İşsizlik, fakirlik bir yandan toplumu sararken, diğer yandan “Tek Taş” kültürünü pompalanıyor, olmazsa olmaz hale getiriliyor. Her akşam televizyon ekranlarında pompalanan tek taş ve rezidans daire ve cennet benzeri yaşam tarzı reklamları lüks tüketim özlemini körüklüyor. Evinde değerli bir tablo, Anadolu veya İran Halıları, kitaplık, slayt makinesi olmayanlar, bunları ihtiyaç görmeyenler on-on beş bin dolarlık çanta, gözlük, ayakkabı kullanabiliyorlar.
Bu toplumsal cinnetin televizyon ekranlarına yansımaması mümkün mü? En kibarı “Sende ki yetenek muazzam, niye duruyorsun, koşsana, yarışmaya” yazıyla başvuran yetenek sizsiniz – birleştirip okumakta fayda var – yarışması. Bu yarışmalara katılanların içlerinde elbette değerli yetenekler var ama çoğunluk yukarıda anlattığım gibi, çoğunluğu sergileyecekleri yetenekleri nasıl daha fazla geliştiririm, biraz daha üzerinde çalışayım diye düşünmeden, birinci olmaya koşuyorlar. Emeksiz, yorulmadan başarı ve para beklentisi genç kuşağı sarmış vaziyette. İşsizlik yaygın ama hizmet sektörü çalışacak eleman bulamıyor. Tüm gençler devlet ya da belediye memurluğu istiyor. Gerçi haksız da sayılmazlar. Emeğe saygının kalmayışı, uzun çalışma saatleri ve karşılığında sadece ve sadece asgari ücret ödenmesi.
Toplumsal cinnetin ulaştığı gösteren yarışmaların başında “Ben Bilmem Eşim Bilir” gibi yarışmalar gelir. Geçmiş yıllarda kaldırılan bir TV programında su içinde nefes tutmada birinci olmak isteyen bir yarışmacı boğulma tehlikesi geçirmişti. İzlediğim bir Ben Bilmem… Yarışması sonunda eşler arasındaki tartışmaları dehşetle izledim. Kimi yarışmacı çiftlerin birbirine karşı tutumları tek kelime ile korkunçtu. Yarışmaya katılan her dört çiftten birinin boşanması kesin, bir çiftte uzun vade de boşanır. Benim izlenimim bu.
Yarışma seviyesi yardımcı ol Mehmet Ali Bey seviyesini geçmiş artık. Kimi yarışmacılar çocuğumun şansına, kimileri doğacak çocuğumuzun şansına demiyor mu? Bir yarışmacının annesi ağlıyordu. Sefalet ve sefaletin zirve yaptığı yıllarda arenalar kurulmuştu. Muhteşem Roma ve sonrası Bizans yöneticileri halkın tepkilerini kanla örttüler. Halk arenalarda birbirini öldüren gladyatörleri ve suçluların vahşi hayvanlarca parçalanmasını izliyordu. Seyircilerin daha çok zevk alması için önüne atılan insanları uzun süre eziyet çektirerek parçalayan ayılar tercih ediyorlardı. Öncelik Hristiyan’lara veriliyordu. Tek tanrılı dinler yaygınlaştığında da bu kanlı gösteriler sona erdi. Yerini halkın katılımıyla bayram havasında suçluları asma, boynunu kesme, yakma, kazığa geçirme, çengele asma, kafasına boyunduruk geçirme infazları izledi
Daha medenileşince, Suudi Arabistan dışında idam cezası uygulanmaz oldu. ABD’deyse infaz elektrikli sandalyede seyircili yapılıyor. Medeniyet ve refah seviyesinin yükselmesiyle “Arena Kültürü” tekrar başladı. Şimdi sadece futbol stadlarına değil, parklara, konser alanlarına “Arena” isimi konulmaya başladı. Yapılan yarışmalar da bu yöne doğru gitmeye başladı. ABD toplumunun gidişini gören Susanne Collins’in yazdığı “Açlık Oyunları” kitaplarını okumanızı tavsiye ederim. Çok geçmeden Arena stadlarında, seyircili TV programlarında, stüdyolardaki seyircilerin “ Kan, kan, kan” veya “ Öldür, öldür, öldür” seslerini duyacağımızdan korkuyorum. İnsanlığımızı unutmamak için, tüketim kültürünü sonlandırmak için, çok geç olmadan frene basalım