Bir gün Hz. Peygamber üzerinde simsiyah bir cübbeyle dışarı çıktı, Ali’nin oğlu Hasan’ı, cübbesinin altına aldı, Sonra Hüseyin geldi, abisinin yanına girdi. Sonra Fatma geldi, onu da cübbesine aldı. Derken Ali geldi, onu da yanına aldı ve inen şu ayeti okudu; ‘’Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.’’[1]
Hz. Ali, İslam Tarihinde Hz. Muhammed’den sonra en çok konuşulmuş kişidir, bilgisiyle, cesaretiyle, üstün zekâsı ve gözü kapalı fedakârlıklarıyla eşsiz bir yere sahiptir ayrıca. Aynı zamanda bir kırılma noktasıdır Hz. Ali, tüm ihtilaf ve ayrılıkların merkezi olarak arka plandadır. Kimine göre Tanrı’nın kendisidir, kimine göre Tanrı Elçisinin vahiy ortağı, kimine göre İslam Ordusunun kahraman bir askeri, kimine göre imamların ilki, kimine göre İslam Tarihinin dört büyük halifesinden biri iken, kimileri de onu dinden çıkmış bir kâfir olarak görmekle yetinmiştir. Ehl-i Sünnet’in otoriter ismi İmam-ı Şafii bile, Hz. Ali’ye olan sevgisini açıkça dile getirdiğinde kimilerince yaftalanmıştır, bu sitemini şiire dökmüştür; ‘’Rafızîleştin dediler, asla! Rafızîlik ne inancım, ne de dinimdir. Olsa olsa hayırlı bir imamı ve mürşidi, kuşkusuz dost edinmişimdir. Veli’yi sevmek Rafızîlikse, bütün kullar bilsin ki Rafızî’yimdir.’’[2] Hiçbir şey iktidar savaşı kadar çirkin, kinli ve kirli olamaz; iktidar ve güç savaşı başladığında ortada değerler silsilesi, ahlak, töre, duygu ve sevgi kalmaz, ortalıkta iftira, karalama ve yalanlar cirit atar. Hz. Ali’yi yoran iktidar ve güç değil, onu yoran kuşkusuz apaçık bilgeliğiyle cehalet içerisinde yüzen bir toplumda, gerçekleri yüreğinde taşımasına rağmen, bunu duyan kulakların bulunmamasıdır.
Sıffin savaşı belki de dünya tarihinin en traji-komik vakıasıdır; bir tarafta Kuran’la büyümüş Hz. Ali, diğer tarafta Kur’an yapraklarını mızrak uçlarına takarak o’nu Kuran’a davet eden Şamlı askerler vardır. İşin ilginci kendi Ordusundaki askerler bile dürüst değiller, karşı propagandayı etkisiz duruma getirecek her kararı değiştirmek istiyorlar; Hz. Ali’nin neredeyse her emrini, her kararını provoke edip bozuyorlar, sonra da direttikleri kararı yerine getirince de Hz. Ali’ye dönüp başka suçlamalar yöneltiyorlar. Ve bugün İslam Mezheplerine kaynaklık teşkil eden bu olaylar, Müslümanların bugün bile okuyup gözyaşlarını alamadığı alaca haksızlıkların yaşandığı sahnelerle doludur. Cemel, Sıffin ve Kerbela, her biri bir dramadır kendi içerisinde. Hz. Ali, hiçbir şey yapmadığı hâlde bütün suçlara ortak edilmiştir, o’nu Ali yapan da bu değil mi; cesaretle, iftira ve yalanlarla mücadele etmek? Daha Hz. Peygamber ölüm döşeğinde iken o’nun seçilen Halifeye itaat etmediği yalanı uyduruldu. Hz. Osman’ı koruyup kollayan neredeyse tek kişi olmasına rağmen, Hz. Osman suikastında parmağı olduğu söylendi ve dönemin Şam Valisi Muaviye, bu kuru iddiayla onu zor durumda bırakacak, kelimenin tam anlamıyla Halifeye karşı ayaklanacaktı.
Oysa Emeviler, 90 yıl boyunca şunu öğütlediler Müslümanlara, ‘’Halife’ye isyan etmek haramdır, velev zülüm etseler bile.’’ Hakem Olayını onaylamayan ilk kişi olmasına rağmen, Hariciler tarafından ‘’Dinden çıkmış kâfir’’ ilan edildi. Etrafı cehalet çemberiyle örülen Hz. Ali’nin fedakârlıkları, mücadelesi, irade ve sabrıyla Hz. Muhammed’in mesajı derinliğe kavuştu, Hz. Ali’de İslam’ın bilinmeyen yönleri açığa çıktı. Velayetin Şah-ı, Esedullah, Ali’yül Mürteza, O gerçek bir İslam Şövalyesidir; inançla yürüyen bu asilzadenin övgüsünü kim bitirebilir? Zülfikar’ın sahibidir Şah Merdan!
Yahudi yetkililer Yahya’ya ‘’Sen kimsin?’’ diye sormak üzere (…geldiklerinde…) “Ben Mesih değilim” diye açıkça konuştu. Onlar da kendisine, “Öyleyse sen kimsin? İlya mısın?” diye sordular. O da, “Değilim” dedi. “Sen beklediğimiz peygamber misin?” sorusuna, “Hayır” yanıtını verdi.[3]
Yahudi bilginler üç kişinin geleceğinden eminler; biri Mesih’tir, İncil takipçileri beklenen İsa Mesih dışında, İlya ile beklenen Peygamberin kim olduğu noktasında, merak güdülerini tatmin edecek bir açıklama getiremediler şimdiye kadar. Oysa Kur’an okuyanlar, beklenen Peygamberin ismini gayet iyi biliyorlar; ‘’Bir zamanlar Meryem oğlu İsa: “Ey İsrail oğulları, ben size Allah’ın elçisiyim. Önümdeki Tevrat’ın doğrulayıcısı ve benden sonra gelecek, adı Ahmed olan bir peygamberin müjdecisi olarak geldim.” dedi. Sonra o, onlara apaçık delillerle gelince: “Bu apaçık bir büyüdür!” dediler.’’[4] İlya’nın da Hz. Ali olduğu ve Hz. Ali’nin geçmiş kutsal metinlerde isminin kayıtlı olabileceği güç bir durum değildir.
Hz. Ali anlatır, bir gün Allah Elçisi beni yanına çağırdı ve bana ‘’Sende İsâ’ya bir benzerlik vardır; zira Yahudiler ondan öyle nefret ettiler ki, bu yüzden annesine iftira attılar. Lakin Nasıralılar onu öyle çok sevdiler ki, ona hiç sahip olmadığı bir kıymet bahşettiler.’’ dedi. ‘’Benim yüzümden de iki tür kavim perişan olacaktır; bende olmayanlarla bana aşırı derecede övgüler düzen dalkavuklar ve bir de bana duyduğu nefretten dolayı iftiraya başvuranlar.’’[5]
Gerçek bir tarih öğrencisi, aynı zamanda gerçek bir toplum analistidir; gerçek bir toplum analisti ise insan ve doğa ilişkisini kavramıştır. Genel anlamda ‘’Hiçbir şey göründüğü gibi değildir’’ denir, bunun nedenine gelince, iki temel ayet Müslüman’ın tarih ve toplum anlayışını özetler niteliktedir; birincisi ‘’Sevmediğiniz bir şey sizin için iyi ve sevdiğiniz bir şey de sizin için kötü olabilir.’’[6] Hz. Muhammed, ölüm döşeğinde iken siyasi ardıl olarak kimseyi yerine atamamıştır. İranlı yazar Ali Şeriati, Hz. Ali’nin atanmamasını Hz. Muhammed’in bir açığı olarak görmektedir, ‘’Muhammed’in Ali hakkındaki suskunluğu, onu tarihte savunmasız bırakacaktır.”[7] Oysa bu yazar, yukarıdaki ayete bakarak cevabını bulabilirdi, sizin sevmediğiniz bazı kararlar sizin için daha iyi olabilir. Nitekim Hz. Muhammed vefat ettiğinde Hz. Ali daha gençti, hayatını savaş ve ilim tahsil etmekle geçirmişti. Hz. Ali her ne kadar Ev Halkından ve çocukken iman eden ilk kimse olsa da, Hz. Ebubekir Peygamberle daha çok vakit geçirmiştir, o Cahiliye döneminde bile Hz. Muhammed’in en yakın arkadaşı ve yaşıtıydı. Yeni bir dinin ve yeni kurulan bir devletin gizli hafızasıydı adeta; ayette belirtildiği bir atamanın yapılmaması ‘’daha hayırlı’’ oldu ve tarih bize Hz. Ebubekir’in muktedirliğini gösterdi. Üstelik her şey ahenk halinde olunca mükemmel olmuyor, ikinci ayet bu konuda bizleri uyarıyor ‘’Sizi birbiriniz için bir sınav yaptık; dayanabilecek misiniz? Rabbin Görendir.’’[8] Görünüşte bazıları Hz. Ali’nin küstün olduğunu, Hz. Ebubekir’e itaat etmediğini iddia ederdi, oysa gerçekte olan farklıydı.
Tarihteki şahsiyetler bir hikmet uyarınca ortaya çıkarlar, iyisi de, kötüsü de; Peygamberin vefatı anında patlak veren dinen dönmeler, sahte peygamberler ve iç isyanlarla -Hz. Ebubekir’in muktedir, serinkanlı, dengeleyici politikası- lazımdı ve Ben-i Sakife Çardağında olan buydu, o nedenle Ben-i Sakife oldubittiye gelen bir seçimdir. İki yılda tüm iç sorunlar çözülünce, iç dünyada meydana gelen bu muazzam iç potansiyel belli bir netlik kazanınca birinci halife döneminde, bu potansiyeli dışarı taşıracak kişi Hz. Ömer’dir; fetihlerden ve yönetmekten bıkmayan, her gün yeni bir heyecan yaratan İslam’ın ikici halifesi, tam da gereken zamanda atamayla başa geçti. Mekke’de parlayan yeni devletin sınırları fetihlerle çizildi ve fetihler Arapların üst kültürle tanışmasına, zenginlik görmesine neden oldu. Araplar ile Acemlerin birbirine karışmasıyla yeni bir düzen kuruldu. Oysa bu dönemin ruhunu yönetebilecek ve İslam ile dengeleyebilecek tek kişi Mekke’nin aristokrat kabilesine mensup olan ve Peygamber halkasında bu konuda bir üstünü bulunmayan Hz. Osman’dı. Hz. Ebubekir, Peygamberin ölüm şoku yaşanırken toplumu yatıştırabilecek yegâne özellikli Peygamber dostuydu, herkes sarhoşluk yaşarken O oldukça serinkanlıydı. Hz. Ömer başka bir özelliğiyle yeni maceraların, toplumun altının üstüne geldiği bir dünyada güçlülerle baş etme özelliğiyle tanınır ve bu dönemde kendisine benzer başka bir üstün bulunmamıştı Hz. Muhammed’in yakın halkasında. Müslüman dünyaya ganimetler, yeni insanlar ve sermaye akışı sırasında, bu çılgın yenidünya karşısında Müslümanların ezik duruma girmesine engel olacak, sakin ve dünya görmüşlüğüyle Hz. Muhammed’in öğretisini yeni durum karşısında çaresiz kalmayacağını gösterecek bir kişi gerekiyordu. O da atadan, babadan dünya görmüş, para ve mülk görünce heyecana kapılmayacak, Kur’an ve Sünnet’in direktiflerini ayakta tutabilecek Peygamber halkasının eşsiz üyesi Hz. Osman’dı; gerçekten de Peygamber’in yakın halkasında bu konuda Hz. Osman’dan daha üstünü yoktu. Zira her biri bir kandildir onun sohbetinde, her biri bir yıldızdır kendi yerinde ve her biri bir özellik taşır diğerinde bulunmayan. Hz. Osman şehit edildiğinde bile ibadet ve teslimiyle halindeydi, varlık içerinde suskunluğun, ahlakın ve hayânın timsalidir O. Ve Hz. Ali… O’nun ardılı Ali, Ali’yül Mürteza!
Allah O’nu bekletmişti. Zira dünya dört şeyle ayakta durur, der İmam-ı Şafii. Âlimlerin ilmi, iyilerin ibadeti, idarecilerin adaleti ve cömertlerin yardımı… Her dönemde biri parladı ancak, Allah Hz. Ali’yi ateşle imtihan etti, yalnız ve korkusuz. Zira Hz. Ebubekir döneminde Müslümanlar yekpareydi, Hz. Ömer döneminde aktif bir birlik ve beraberlik ortaya çıkar. Hz. Osman döneminde kolektif bilinçdışı kendini göstererek, tarihten gelen tüm şirk, tarihten gelen cehalet ve gizli hesaplaşmalar son karşı atağa geçmiştir. Ve Hz. Osman bir kurbandır, zira her biri bir kurbandır Hz. Muhammed’in yolunda. Hz. Ali ise yalnızdır, Peygamberin usta yoldaşları, yakın halkası ve tecrübeli çemberi dağılmıştır. Hz. Ali ve Ehl-i Beyt, yıkılışa geçen yeni öğretinin son fedaileri, bu yolun manevi iktidarının son temsilcileridir. O nedenle dünyevi iktidarın çılgın saldırısı altında Hz. Ali’nin cengâverliği ve ilmi lazımdı.
Allah O’nu bu nedenle sakladı, onların manevi mertebelerini yükseltmek adına tüm Ehl-i Beyt’in samimiyetini, dine bağlılığını sınamıştır. Böylece Ehl-i Beyt’in trajedisi tüm Ümmetin ruhu, Tarihin Sonuna kadar yeryüzünde Muhammed’i Erlerin sarsılmaz inancına kaynak oldu. ‘’Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.’’ ayeti, Ehl-i Beyt üyelerinin hakikat üzere sağlamlığını, her birinin hakikat dışında ve gerçeklik uğruna gözlerini kırpmadan kendilerini feda edebileceklerini vurgular. Hz. Ali ile Kerbela şahsında bu kanıtlanmıştır. Evet, Muhammed’in ailesi Muhammed’dir, O’nun uğruna ölmüştür, O’nun adını kullanarak dünyaya talip olmamışlar. Allah bizlere, sadece Hz. Muhammed’in değil, aynı zamanda Çekirdek Ailesi ile O’na birinci derecede bağlı bulunan tüm Sahabelerin dert ve bela ile imtihan edildiklerini arka planda çizmiştir, bunun kanıtı da canlı tarihtir.
‘’Muhammed Allah’ın Elçisidir ve beraberinde bulunanlar da inkârcılara karşı sert ve kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, eğilip secde ederek Allah’tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Yüzlerinde secdelerin izleri vardır. Bu, onların Tevrat’taki nitelikleridir. İncil’deki nitelikleri ise, filizini çıkarıp güçlendirmiş ve kalınlaşıp gövdesi üzerine dikilerek ekincileri sevindiren bitki gibidir. O, onlarla inkârcıları öfkelendirir. Allah, onlardan inanıp erdemli davrananlara bağışlanma ve büyük bir ödül söz vermiştir.’’[9]
Sevgiler, Saygılar
M.Salih Özalp
Web: www.metyus.co
Yazı Linki: www.yazarportal.com
[1] Ahzap Suresi, 33; Ravi Hz. Aişe, Müslim, 44,9 Hadis No: 61
[2] İmam-ı Şafii, Divan, 251; Çeviri: A.Ali Ural
[3] İncil, Yuhanna, 1: 20-21
[4] Saff Suresi, 6
[5] İmam Suyûtî, Halifeler Tarihi, 183, Çeviri: Onur Özatağ
[6] Bakara Suresi, 216
[7] Muhammed Kimdir, 322; Aktaran Ali Eren
[8] Furkan Suresi, 20
[9] Fetih Suresi, 29