Sahip…
Sahiplenme…
Aidiyet…
Ben – Biz…
Bensiyon PİNTO; “Ne kadar çok çalıştığın, ne kadar yetenekli olduğundan ziyade görev yaptığın kuruma ait olup olmadığın önemlidir” diyerek aidiyet duygusunu dile getirir.
Nedendir bilemem bu cümle bana SİYASETTE çok daha öne çıkıyormuş gibi geliyor!
Kişinin tahsilinden tutun, ehil oluşuna, liyakatına, hatta cinsiyetine, hatta yaşına & başına, hatta uzman olup olmadığına bile bakılmaksızın BİAT edercesine liderine bağlılık gerektiriyor! Liderin dediklerine; yanlış & doğru Allah emriymiş gibi kabullenmek.
Allah’ın emrine bu kadar SADIK kalsa, bu teslimiyeti kabul edeceğim de, inanın bu zatların gözünde Allah’ın emri, liderin emrinin ardından geliyor!
Öyle bir kökleşmiş ki bu duygu & düşünce, normal vatandaşlar arasında bile rağbet görüyor!
Hemen celâllenmeyin lütfen. Araştırın bana hak vereceksiniz!
Ne diyor vatandaş:
– Hırsızsa bizim hırsızımız! Tabii ki sahipleneceğiz!
Bir başkası:
-Yiyor amma çalışıyor! Yiyecek tabii ki!
Bir başkası:
-Sizin ki sanki çok temizdi? Ona ballı lokma, bize gelince zehir zakkum!
Bir diğeri:
-Ne yaparsa yapsın, bizim kabulümüz, o bizden!
Oysa sorgulanması gerekmiyor mu?
Nedeni, niçini araştırılmasın mı?
Çalıyorsa, çırpıyorsa kimden çalıyor? Benim de hakkımı çalmıyor mu?
Evladının, torununun, doğmamış züriyetinin hakkından çalmıyor mu?
Bu kadar sorumsuz musun? Yoksa menfaatin her şeyden önce mi geliyor?
Neden bu sahiplenme?
Kendisine idarecilik, müdürlük, vekillik gibi bir ulvi makamın güzelliği verilmiş zaten, üstelikte kıyak bir maaş karşılığı! O da oturup günün şartlarına, bilgi ve birikimine göre çalışacak ve kararlarını halkı, vatanı uğruna verecek. Bu onun asli görevi değil mi? Babası hayrına mı bu göreve gelmiş -getirilmiş bir sorsanıza!
Kimisi bilek çürütmüş, yoksulluk (ki geneli böyledir) zenginlik demeden yıllarca okumuş, yolları aşındırmış ve bir şekilde görev(ler)e talip olmuş.
Kimisi de yine çalışmış çabalamış, kendini siyasete vermiş, vatandaşının takdirini almış, seçimle belde, il başkanı olmuş, ya da beni – seni temsilen vekil olmuş, lider olmuş.
Aslında olağan hizmetlerinden dolayı teşekküre bile gerek görülmemesi gereken bu zatlar, ancak olağanüstü bir gayret, hizmet, akıl, mantık, yetki kullanarak vatandaşına hizmet veriyorsa tabii ki takdir edilir, ödüllendirilir. O ayrı bir konu.
Amma bu başarısını, ya da meşgul ettiği makamı HIRSIZLIKLA taçlandırıyorsa burada sorun, sadece o değil; onu savunacak kadar ZAVALLI olan bizlerde de var demektir! Hatta daha fazlası var!
Düşünebiliyor musunuz, hem atayacağım, ya da seçeceğim, hem de beni ENAYİ –SALAK yerine koyacak ve UTANMADAN soyacak, ben de ALKIŞLAYACAĞIM, onunla gurur duyacağım, bu da yetmeyecek, hakkı yenen kardeşime, halkıma karşı, topluma karşı “sözde DİK duruş!” sergilemek adına “hırsızsa benim hırsızım” diyeceğim!
Yazıklar olsun.
BU sözü sarf eden o lidere yaranma sevdalısı siyasiyi bilemiyorum amma ben, inanın insanlığımdan utandım. Hakkımı da helal etmeyeceğim.
Sözün Özü!
Yazımı Nazan BEKİROĞLU’nun şu sözüyle bitirmek istiyorum:
“Anladım ki aidiyet, kan bağından önce gelen bir şeydir. O da aynı toprak üzerinde ortak bir geçmişle kurulabiliyor.” Adem GÜNEŞ’te; aidiyet birlikte olma çabasıdır, sahiplenme değil” diyor ise de ben, aynı zamanda sahiplenmek olduğunu da söylemek istiyorum.
Mustafa Kemal ÖZGÜRSOY