Maçlarda kullanılan toplar genelde plastik Cames toplardı. En son gördüğüm Cames top 6 katlıydı. Şimdiler hala devam ediyorsa 985 katlı olanı çıkmıştır belki. Top demişken, bir de mahallemizin cadı teyzesi vardı.
Sanki “Bahçeme top kaçsa da şunların topunu kessem” diye balkonda nöbet tutardı. Neymiş efendim, bahçesindeki güller kırılıyormuş! Biriktirdiğim tüm harçlığımla aldığım ilk meşin topum bir gün yanlışlıkla onun bahçesine kaçınca birden hortladı ve topu eline aldı. Hemen içeri girmesiyle çıkması bir oldu. O kadar biriktirip de aldığım o güzelim topu kesmiş, kıs kıs gülüyordu. O kadının kıs kıs gülmesiyle benim gözlerimi kısarak intikam bakışı yapmam bir oldu. Kan tepeme fırladı. Zaman intikam vaktiydi!
Caddenin hemen üzerinde bir mermerci vardı. Gidip oradan 2-3 teneke mermer suyu istediğimde adamın yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz. Ne yapacağımı bilmiyordu ama benim planım gayet basit ve etkiliydi.
Akşamüstü tüm mermer sularını güzelce o cadı teyzenin bahçesine boşaltıverdim. Sabah olunca bir kıyamet koptu mahallede.
Aman Allahım! Çiçekler el-fatiha olmuş, kadın ise beni arıyor… Ama ne enteresan ki; o günden sonra kadın bir daha topumu kesmeye yeltenmedi.
Topun olmadığı zamanlarda ise kutu kola kutusu itinayla ezilir ve onunla maç yapılırdı. Ya da patlamış meşin topların içine plastik top entegre edilip dikilerek geçici çözümler de bulunurdu. Futbolun diğer nimetleri olan minyatür kale, 9 aylık ve golü atan kaleye gibi oyunlar da, daha az yorucu ve daha az kişiyle oynanabilen oyunlardı. Bu oyunların başlangıcı sektirme ile başlar ve en son sektiren kişi çok fazla sektirebiliyor bile olsa rakiplerine karşı mütevazilik yapar, kendinden önce en az sektirenden bir fazlasını sektirerek topu bırakırdı.
Top bir yere kaçtığında ise temel kural “Kim attıysa, o alır”dı. Ancak mahalle abileri için bu kural asla işlemezdi.
Maçlardan sonra ise çocukluğumuzu vazgeçilmez oyunları oynanırdı. Bunlar istop, 9 taş (ortada kuyu var yandan geç), çivi ile dünya haritası, önüm arkam sağım solum sobe olan saklambaç, akşam ebesi, yakantop, 2 kişinin ellerini birbirine ahenkle vurarak yaptığı şakşak, yağlı kayış, sıcak-soğuk, topaç, yerden yüksek, köşe kapmaca, ortada sıçan, kulaktan kulağa, isim şehir, evcilik, komşuculuk gibi oyunlardı. Her birinin tadı farklıydı.
Saklambaçta “Elma dersem çık, armut dersem çıkma!” deyiminin bol bol kullanıldığı, kankayla elbise değiştirip çanak çömlek patlatıldığı günlerdi.
Okul sonunda öğretmenin el yazısıyla doldurulmuş karne herkese gösterilir, alınan takdir karşılığında büyüklerden harçlık istenirdi. Birisi yeni ayakkabı aldığında hemen üzerine basılarak eskitilirdi.
Kokulu not defteri köşelerine “koşan çocuk”, “basketçi adam”, “ip atlayan kız” gibi çeşitli yaratıcı şekillerde “sanatsal çizgi film çalışmaları” yapılır sonra “tırrrrrt!” sesiyle hızlı hızlı çevrilerek film oynatılırdı.
Bir de sadece kızların oynadığı ip atlama vardı. 1’ler, 3’ler, bel altı, bel üstü, koltuk altı diye giderek yükselen “level”ları olan enteresan bir oyundu. Kızların bu işi biraz abartıp ipin seviyesini uzaya kadar çıkarmadıkların şükretmek lazım bir de el şakıma hareketleri vardı ki, elleri kıpkırmızı olsa da ışık hızıyla gerçekleştirilen bu şakımalar üzerine bol bol yarışmalar yapılırdı.
Mil(bilye) ve gazoz kapağı oyunları ise efsaneleşmiş kült oyunlardı. Millerin porselenden yapılmış olanı daha da makbuldü. Saatlerce gazoz kapağı toplanır, sonrasında yan yana dizilerek mermer ve benzeri cisimlerle bu gazoz kapakları baş ya da baş altından vurmaya çalışılırdı.
Maçların dışında “taso” çılgınlığı vardı. Üzerinde Tazmanya canavarı ve bilumum çizgi film karakterlerinin bulunduğu bu yuvarlak plastik oyuncaklar, çocukların saatlerini alan en büyük eğlencelerinden birisiydi. Futbolcu fotoğraflarının bulunduğu futbol kartlarını da unutmamak gerekir:
Sahip olunan kart adedi bir çocuğun mahalledeki prestijinin en büyük göstergesiydi.
Bisikletlerin en gözdesi Bisan BMX bisikletti. Bu bisikleti olanlardan “Abi köşeye kadar bi tur atıp gelicem, söz!” şeklinde izin istenirdi. Bisikletlerin bazılarında ise sadece arkadan fren yani “kontra pedal” bulunurdu.
Frenleri tutmayan bisikletlerde ise ayakkabıyı arka lastiğe sürterek bisikleti durdurmak büyük yetenek isterdi. Bazı bisikletlerde dinamo kullanılarak ön far yaktırılır, süsleme sanatı için de bisikletlerin jantlarına boncuklar takılarak sürüş esnasında güzel bir ses çıkması sağlanırdı.
Bayram veya uzun tatillerde en büyük muzipliğimiz toplu halde zillere basıp kaçmak ve kahvehane telsizinden kendimize gazoz sipariş verip toz olmaktı.
Herkesin imece usulü katkılarıyla çayırlıkta yapılan pikniğin tadı şimdilerde yaptığım tuzda balık ve alaturka yemeklerde bile olmayan bir lezzetti.
Nüfus sayımlarındaki sokağa çıkma yasağı itinayla delinerek ana caddelerde maç yapılırdı.
Bu devirde olmayan ama o zamanların en büyük kültürü, sokak bakkalı ise çocukların en uğrak yeriydi.
Özellikle elindeki parayı sıkıca tutmaktan parayı buruş buruş yapan çocukların bakkala “Amca bu parayla ne alınır?” demesi çocukluğun saflığın en güzel sahnelerindendi.
Kocaman kolonya şişesi, tava yoğurtları ve 1 litrelik cam şişede sabahları gelen taze sütleriyle özdeşleşmiş bir yerdi.
Çocuklar için leblebi tozu, içinden bilye ve bilimum hediyeler çıkan kaymaklı külah, oralet, Yumiyum, kutusunda plastik maşa bulunan ama kimsenin onu kullanmayıp avuç avuç aldığı şekerleme solucanlar, üçgen pramit şeklinde naylonda renkli kolonyalar, Taç Kraker, Çizi Kraker, Haylayf Kraker, kazı kazan, Turbo sakız, Tipitip, Sulugöz, Kent sakız, Meybuz, Patsito, Probis,Tombi, deterjanlar içinden çıkan hediyeler, çatabat, torpil, kızkaçıran, füze, mantar tabancası, Çokomel, Eti-Puf, Bigbabol, Çokoprens, Balık kraker, Elvan gazoz, Uludağ gazoz, 2 litrelik cam şişede Coca-Cola depozitolu şişe, on yüz bin milyon baloncuk Fruko, pervane, lolilop, vampir dişi, Slinky, Negro, Bonibon, içinde çikolata bulunan altın lira, yanında plastik kaşığı ile satılan Çokokrem, Çokoprens, ince belli bardakla verilen çekirdek, dövmeli sakızlar, Buz Parmak, Meybuz, horoz şekerİ ve şemsiye çikolata alınabilecek en güzel ürünlerdi. Kinder sürpriz yumurtanın ise önce çikolata kısmını özenle yenir, sonra da kutudaki oyuncak kurulup odanın başköşesine yerleştirilirdi.
Bakkala ek olarak mahalleden geçen pamuk helvacısından alınan helva ile dondurmacıdan alınan “Sütal” dondurmanın “ dadından” yenmezdi.
Oyunun en güzel yerinde bir annenin balkona çıkıp kendi çocuğunu eve çağırması ya da bakkala göndermesi Muphy’nin en güzel işleyen kanunuydu.
Anlayışlı anneler bakkaldan bir şey alınacağı zaman sepeti aşağıya kadar sarkıtarak kendi çocuğunun oyundan çıkmasını minimize eder; bizlerin alkışını alırlardı. Akşam ezanı, oyunlar için bir bitiş düdüğü hükmündeydi.
Maç esnasında susadığımızda geri çıkamama riski sebebiyle asla eve gitmez, suyu bir alt komşudan isterdik.
Terli terli kana kana içilen bir bardak soğuk suyun tadı hiçbir şey de yoktu.
Yumurtanın yarısını diş macunu ile fırçalayıp yarısını fırçalamamak suretiyle sirkeye atarak çürüyüp çürümeme deneyini yaptıktan ve annenin bakkala gönderdikten sonra yolda 5′e 6 maç yapan mahalle arkadaşların yakalayıp maça zorla dahil etmesinin sonucu olarak eve geç dönüldüğü için de anneden güzel bir azar işitilirdi.